Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi

Tanizaki Cuniçiro’nun 1962’de yayımlanan romanı “Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi”ni Japonca aslından Türkçeye çevirdim. 2019 yılında Can Yayınları’ndan çıktı.

Japonya’ya yerleşmeden önce Türkiye’de dergilerde yayımlanmış Japoncadan öykü ve şiir çevirilerim vardı. Sonra da çeviriyle uğraştım hep, özellikle şarkı sözleri ve şiir çevirdim. Bunları zevkli zihinsel ve kültürel bir uğraş olarak gördüğüm için yayımlatmayı düşünmemiştim. 2015 yılında Japonolog araştırmacı Esin Esen hoca ile tanıştım ve Kotodama projesinde uzun zaman birlikte çalışma fırsatım oldu. Bu kitap şimdi google books sitesinde ücretsiz olarak okunabilir. Aşağıdaki yazımda bağlantıyı buabilirsiniz.

Can Yayınları’yla tanışmam Esin hanım aracılığı ile oldu. Tanizaki’nin bu kitabı daha önce iki kere Japonca dışında bir dilden çevrilmiş. Yeni basımı için mümkünse Japoncadan doğrudan çeviri yaptırmak istiyorlarmış.

Yayınevinin ikinci dilden değil de eserin orijinal dili olan Japoncadan doğrudan çeviri yaptırmak istemesi çok hoşuma gitti. Kabul ettim, anlaşma imzāladık. Çeviriyi 2016 yılı Haziran ayında bitirdim. Bir ay sonra Temmuz ayında darbe oldu ve kitap basımı ertelendi. Üç yıl sonra 2019’da basıldığında ise haberim olmadı. Twitterdan arkadaşlar görmüş, onlardan öğrendim. Sevindim tabii.

Kitabın Can Yayınlarındaki tanıtımı burada:

https://canyayinlari.com/kitapdetay/modern/roman/juniciro-tanizaki/cilgin-bir-ihtiyarin-guncesi/22445/

Bu da arka kapaktaki sunum yazısından bir alıntı:

“Tokyolu aile reisi Utsugi seksenine merdiven dayamıştır. Yaşlılık yıllarındaki ihtiyarın, etrafında pervane olan eşini, çocuklarını, bakıcılarını görecek gözü yoktur. Saplantı haline getirdiği gelini Satsuko’nunsa bir dediğini iki etmez. Yaşlanan bedenine, yakasını bırakmayan sağlık sorunlarına ve her gün daha da yaklaşan ölüme rağmen aksatmadan tuttuğu güncesinde ihtiraslarını, duygularını hüzünlü bir ironiyle kaydeder.

Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi, Tanizaki’nin yaşlılık yıllarını duru ve mizah dolu bir kalemle ele aldığı bir varoluş trajikomedisi.”

Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi’nde birkaç konu örgüsü içi içe yerleştirilmiş. Bunlardan birisi, Tanizaki’nin diğer kitaplarında da yoğun biçimde hissettiğimiz gibi, şehirli ve kültürlü insanların günlük hayatlarında olağan yaşantılar olarak geçen ama dışarıdan bakınca yüzlerce yıllık geleneklerin izlerini taşıyan mekânlar, eşyalar ve insan ilişkileri.

Örneğin āilece kabuki seyretmeye gidiyorlar. Yaşlı kahramanımız erkek oyuncu hakkında şu yorumda bulunuyor:

“Sadece (kabuki oyuncusu) Kanya değil gerçi, ama bugünlerde Sukeroku (rolünü) oynayan herkes bacaklarına tayt geçiriyor. Arada bir bu taytlarda kırışıklık görününce bütün eğlence berbāt oluyor. Çıplak bacak üstüne pudra sürseler ya.”

Yaşlı anne-baba, yetişkin oğul ve gelinin birlikte kabukiye gitmesi bile tek başına ilginç bence. Günümüzde evli ve çocuk sāhibi bir çift, kaynana ve kayınbabayla birlikte film izlemeye sinemaya gider mi bilemiyorum. Ancak burada bir de bacaklara pudra sürülmesi konusu var. Araştırılsa yalnızca bu konudan bile rahatlıkla bir doktora tezi dolduracak kadar malzeme çıkacaktır. Fondöten denilen ve makyaj yapmadan önce ciltte bir arka fon rengi yaratma işinin de Japon gösteri sanatlarından çıktığı söyleniyor meselâ. Konu nerelere kadar açılır, tanrı bilir artık.

Tanizaki’nin yaşadığı çağı ve ortamı anlatabilmek için Türkiye’den örnek vermek kolay değil. Tanzimat reformlarından Menderes yıkımlarına kadar İstanbul’da yaşamış kültürlü bir āilenin çocuklarını ve onların küçüklükten yaşlılığa kadar gözlemlediği inanılmaz boyutlardaki toplumsal değişimi, belki de bu nedenle geçirdikleri travmayı düşünelim. Tanizaki de Meiji reformlarını, hızlı sanāyileşme dönemini, Rus Japon savaşını, Mançurya istilāsını, İkinci Dünya Savaşı ve atom bombası hezìmetini, savaş sonrası Amerikan işgal kuvvetlerinin yönettiği Japonya’yı ve nihayet 1964 Tokyo olimpiyatlarını gördü. İnanılmaz zamanlar bunlar.

Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi’ndeki roman kahramānı ihtiyar Utsugi’nin yaşadığı çağ da Tanizaki ile örtüşüyor. Böylece onun ağzından Tanizaki’nin ayrıntılı gözlemlerini duyuyor gibiyiz. Zengin ve kültürlü bir āile var romanda. En güzel yerlerde alışveriş ediyor, en iyi restoranlarda yiyor, sahne sanatlarını tākip ediyorlar. Gittikleri restoranlar, kabuki tiyatroları gibi yerler gerçekten ünlü yerler ve bazıları hāla faaliyette. Yemek menülerindeki detaylardan, kimono kumaşlarındaki farklar ya da tapınaklardaki Buda heykellerinde uygulanmış sanatsal tarzlara kadar bir bilgi bombardımanı var bu kitapta.

Japon okurlar için bile ağır gelebilecek ayrıntılar bunlar. Ancak kaybolmakta olan eski kültürün ayrıntılarıyla dolu bu konu örgüsünün üstünde, yaklaşan ölümle yüzleşme, erotizm ve tabii mìzah gibi bambaşka konu örgüleri var.

Tanizaki erotizmle dolu kitaplarıyla ünlü. Bu kitabında da yaşlılığı ve hasta hāline rağmen binbir hinlikle gelinine yaklaşmaya çalışan bir roman kahramānı var. İnternette okur yorumlarından bazıları bu erotizmin çekilmez olduğunu söylüyordu.

Tanizaki’nin yaşlılık yıllarında gerçekten de genç ve alımlı bir gelini vardı ve bu kitaptaki çekici gelin Satsuko için model olduğunu söylemişti. Gerçek hayattaki yaşlı yazar Tanizaki ve gelini ile, romandaki günlük tutan yaşlı kahraman ve gelini örtüştüğü için edebiyat çevrelerinde bu konunun çok ilgi gördüğünü tahmin edebiliriz.

Doğrusu ben kitabı çevirirken bu konuyu bilmiyordum. Kitap yayımlandığında facebook sayfamdan arkadaşlara sevinçle bunu duyurdum. NHK’de eskiden Türkiye sorumlusu olan bir Japon arkadaş bunu görünce bana mesaj yazdı.

“İşe başladığımda ilk ropörtajımı bu roman kahramanı güzel geline model olmuş Watanabe Çimako hanım ile yapmıştım. Kendisini ne yazık ki birkaç ay önce kaybettik. Çevirinin çıktığını duysa mutlaka çok sevinecekti. Kızlarına haber verdim, çok sevindiler ve sizinle tanışmak istiyorlar.” Kızları, yāni romanda geçen küçük torunlar!

Mesajla birlikte üstteki bu resim geldi. Çok az mektup ya da konuşma beni bu kadar derinden etkilemiştir. Nasıl duygulandığımı ve heyecanladığımı anlatamam. Aylarca satır satır içine girdiğim kitaptan çıkmış karakterler gerçek hayatta karşımdaydı. Bir an kendimi o sayfalar arasına girmiş gibi hissettim. Örneğin yaşlı adam, abartılı ve tabii gülünç bir kararlılıkla  gelini için evin bahçesine havuz yaptıracağını söyler. Maksadı gelinini yüzme giysileri içinde görebilmektir. Bunu duyan yaşlı hanımı karşı koyamayacağını anlayınca, iyi bāri torunlar da girer der. Oysa yaşlı Utsugi yaz tātilinde torunları şehir dışındaki sayfiyeye göndermeyi planlamaktadır… Kendisi için havuz yapılan geline model olmuş Çimako hanımın resmi önümde duruyor, torunlar da bana selam söylemiş, tanışmak istiyorlarmış.

Daha sonra araştırınca Watanabe Çimako hanımın çok daha ilginç yönlerini öğrendim. Çok kültürlü bir kişi ve deneme yazarıymış. Tanizaki’nin aile ilişkileri oldukça çetrefil. Eski karısının oğlunun gelini aslında. Dört yıl kadar büyük bir mālikânede Tanizaki āilesiyle birlikte yaşamış. Sonra Tanizaki Tokyo yakınındaki kaplıca bölgesi Atami’ye yerleşince evin işlerini o çevirmiş. Genç olmasına rağmen Tanizaki’nin güvenini kazanmış olmalı.  Tanizaki’nin ölümünden kırk yıl kadar sonra 2007 yılında resimdeki kitabı çıkarmış. Ünlü yazarın son yıllarını ve āilesini anlatmış burada. Kitabın 落花流水olan adı çok güzel, anlatmadan geçemeyeceğim. Tek bir kelimede ne çağrışımlar varmış bakalım.

Ne güzel değil mi? Herkesin kendisiyle birlikte akıp gitmesini istediği bir sevgili yok mudur?

Kitaba dönersek, bu kitapta Tanizaki’den gelen 21 mektup da tanıtılmış. Böylece Tanizaki’nin gelini ile özel olarak yazıştığı anlaşılmış. Nihayet 2006 yılında bütün mektupları bir arada yayımlama karārı vererek bir kitapta toplamış. İlk kitabı okumadığım için yorum yapamayacağım ama ikinci kitabı aldım. İkinci kitap da bu resimdeki kitap.

Kitabın girişinde ve sonunda çok değerli tanıtım ve izlenim yazıları vardı. Watanabe Çimako’nun yazdığı önsözü ve sonsözleri okuyunca Japoncasındaki güzellik ve alçakgönüllülük beni çok etkiledi.

Mektupların hepsini okumadım. Birçoğu o günlerdeki çok özel konular ya da sanatçılar hakkında olduğu için araştırmacılar için çok yararlı olmakla birlikte sıradan okurlar için anlaması olanaksız diyebilirim. Buna rağmen gerçekten çok ilginç yazışmalar da olduğu için kitabı elimden bırakamadım ve parça parça yarıdan çoğunu okumuş bulundum. Okurken yaşadığım keyifli anları twitter dostlarımla da paylaşmıştım:

Anladığım kadarıyla Tanizaki yalnızca Kyoto’daki evin idāresini vermemiş Çimako’ya. Genç gelininde yeni Japon kadınını görüyor ve heyecanlanıyor. Senin en çok sevdiğim hālin pantalonlu hālin diyor mesela. Kendisi çocukken bütün kadınlar hālâ kimono giyiyordu ve ağzı var dili yok dedirtmek için dişlerini siyaha boyuyorlardı. Değişen Japonya’nın canlı ve güzel bir örneğini kendi āilesi içinde bulan Tanizaki’nin heyecānı birçok mektupta görülmekte. “Senden aldığım ilhamla mutlaka bir şeyler yazacağım” diyor mesela.  

Yukarıda kısaca değindiğim havuz sahnesine kaynak olduğunu sandığım bir yazışma da buldum. Çimako havuza girmiş. “Amcacığım dün havuza gittim. Sizin Kyoto’lu kadınları beğenmediğinizi biliyorum ama gelip buradaki kadınları görseniz fikriniz değişecektir. Ben Tokyo’da da havuza girdim. Orada herkesin teni bembeyaz. Onların arasında ben de idāre edebilirim ama Kyoto bildiğiniz gibi değil!”

En ilgimi çeken yazışma da “Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi” yayımlandıktan sonra sinemaya aktarmak için gelen teklif ve senaryo hakkındaki yazışmalar oldu. Tanizaki senaryoyu Çimako’ya göndermiş ve onun fikrini sormuş. Çimako mektubunda baş rolde gelini oynayan, okuduğunuz bu yazıya da kapak resmi yaptığım güzel aktris Wakao Ayako’nun çok çekici olması nedeniyle, yaşlı adamın yalnızca cinsel dürtüyle bunları yapıyor gibi göründüğünü söyleyip roman kahramānı yaşlı Utsugi amca hakkında kendi düşüncelerini yazmış:

“Bence biraz nihilist tarafı olan, huysuz bir dede. Aslında kalbinde sıcak duygular beslemekte, küçük çocuğun sıradan sözleriyle birden o zayıf noktasından vuruluyor ve ağlamaya başlıyor, bu durumda olan kendisi gitgide daha da huysuzlaşıyor gibi. Āilesiyle birlikte olsa da hep yalnız başına olan, her zaman kendi kendisini gözlemleyen tarafı eğlenceli değil mi?”

Bu yorumu okuyan Tanizaki “Ben de aynen öyle hissetmiştim ama bunu senin gibi güzel ifāde edecek kelimeleri bulamamıştım. Yarın konuşmaya gelecekler. Onlara senin yazdıklarını söyleyeceğim. Yok, onlara mektubunu olduğu gibi göstereceğim!” diyor. Nobel edebiyat ödülü alacak gözüyle bakılan Tanizaki’nin bulamadığı kelimeleri bulmuş Çimako hanım. Edebiyāta ve sanata ne kadar vākıf olduğunu anlayabiliyoruz. Hemen yakınında bu seviyede kültürel tartışmalar yapabileceği hem de yeni zamanları yaşayan genç bir kadının olması Tanizaki için ne büyük mutluluk olmuştur kim bilir. Japonyanın edebiyat devi denen bir yazarla aynı seviyede konuşabilen kültürlü genç bir kadın var burada.

Bu entelektüel kadını model alarak kendi romanında kurduğu karakter ise yine güzel ve akıllı ama nispeten kültürsüz ve eski bir striptizci. Yaşlı adamın da tek amacı fiziksel olarak birazcık da olsa ona yaklaşabilmek. Kitap yayımlandığı zaman āile içinde bol bol gülmüş olsalar gerek.

Bu filmin DVD’sini aldım seyrettim. Daha afişte bile gelini boynundan öpen ihtiyarı görünce artık nihilizm falan hak getire. Gerçi romandaki birebir aynı olan birçok konuşma repliği olduğu için bir bakıma esere sādık kalındığı da düşünülebilir. Ancak filme hiç aktarılmayan ama bu eser için çok yaşamsal olan bir şey var. Yaşlı Utsugi her gün günlük tutmakta ve okurlar bütün olayları bu güncenin sayfalarından öğreniyorlar. Öykünün sonuna doğru eve doktor geliyor ve baygınlık geçirmiş olan ihtiyarı muayene ediyor. Hastanın yanından çıkınca etrafındaki ev halkına (gelin ve kocası da burada) belki de bu cinsel arzuların onu bu geçkin yaşta hayāta bağlıyor olabileceğini söylüyor. Yalnızca bu sahne ihtiyarın günlüğünden çıkma değil, bu kısım yazarın ağzından anlatılmakta. Āilenin bu durumu gizlisi saklısı olmadan biliyor olması ve burada anlatıcının değişmesinden anlaşılıyor ki bütün bu hikâye yaşlı adamın kendi kendine kurduğu sanrılarla da dolu aslında.

Kitabın başlarında āilece dışarıda yemek yemeye gittikleri bir sahne var. Yaşlı adam doymayıp da çocuklar gibi daha çok yemek isteyince, gelini kendi tabağında yarım kalan balığı kayınbabasına veriyor. Kadın balığı temiz yememiş, parça parça didiklenmiş gibi pis görünmektedir. İhtiyar Utsugi gelinin bunu mahsus yaptığını düşünür ki öyküdeki sadist gelinle mazoşist kayınbaba temasının başlangıcı gibi bir ayrıntıdır bu. Ancak aslında kültürlü bir ortamda yetişmediği anlaşılan bu gelin, belki de hiçbir şey düşünmeden öyle pis yemiştir o balığı. Buradaki sadistlik vurgusunu kitapta ihtiyarın dilinden okuyoruz ama filmde gördüğümüz balık yalnızca kabaca yenmiş, didiklenmiş bir balık. Böyle bakınca, film yalnızca uzun uzun anlatılan bir takım ayrıntıları kısaltmış diyemeyiz; öykünün okurlarda bıraktığı algıdan çok farklı bir algı yaratıyor. Sinemaya uyarlaramanın genel sorunlarındandır belki, bilemiyorum.

Bu yazıyı yazana kadar arada bir film seyretmem ve bir kitap okumam gerekti. Bu kitapla doğrudan ilintisi yok ama Tanizaki’nin Naomi romanını da Türkçe çevirisinden okudum. Onun hakkındaki izlenimlerimi de ayrı olarak anlatmak isterim.

“Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi” romanını okuduktan sonra bu satırlarını okuyan varsa izlenimlerini ve yorumlarını duymak isterdim. Buraya kadar okuyan herkese teşekkürler.

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir